Karadeniz’in Uşakları Uzun sürecek diye planlanmış, ama kısacık kalan bir Karadeniz turu notları

Türkiye’yi bolca dolandık yıllarca, ancak Karadeniz bir türlü ayarlayıp da gidemediğim bir rotaydı. Geçtiğimiz ay, ramazan bayramındaki ufak tatile ne yapsak diye konuşurken, 4 motor, 8 kişi, eşlerimiz ile birlikte Doğu Karadeniz’e sürme teklifi geldi, bize de çok iyi fikir geldi 🙂

Yol Öncesi – İstanbul
Lastik konusu var öncelikle. Karadenize gidiyoruz, yayla gezeceğiz diye bir gazımız var, Anakee 3 ile toprak yol bile heyecan verici oluyor. Uzun uzun araştırıp ne var ne yoksa okuyup sonunda Anakee Wild almaya karar verdim. Biraz asfaltta kabasını aldıktan sonra 70km/s üzerinde dayanılmaz gürültüsü haricinde muhteşem lastik olduğuna karar verdim. Bakalım taşta toprakta nasıl olacak.. Sanki çok taş toprak geziyoruz da.. 🙂

Harita üzerinde rotalar çalışıldı, nerede ne kadar kalırız planları yapıldı. Biz 21 haziran sabahı istanbuldan 4 motor çıkıyoruz, hanımlar 24’ünde Trabzon’a geliyor, oradan doğuya doğru devam. 24’ü sonrasının planı yapıldı yapılmasına ama, öncesinde nereye gideceğiz, nerede kalacağız hiç belli değil.

Ne zaman yola çıkmak için plan yapsak, çok çok zamanım olsun, günlerce hazırlık yapayım istiyorum. Ancak her seferinde hazırlık son güne kalıyor. Bu sefer de öyle oldu. Eşim daha sonra uçakla katılacağı ve öncesinde de yurt dışında olacağı için kendi çantasını hazırlama işini de kısmen bana kitledi. Ben ne anlarım kadın çantası toplamaktan? Şunları bunları al diye çıkarttıklarını koydum. Kendi eşyalarım zaten hap kadar, 3 t-shirt, çorap vb. Nordkapp’a giderken yaptığım saflığı yapmayayım dedim, yağmurlukları da aldım.

4 motor yola çıkıyoruz. 2 Ténéré (XT660Za), 1 Integra, bir de benim emektar stardust.

İlk defa yarın gece nerede duracağımızı bilmeden yola çıkıyorum. Zerre plan yapmadık. Cumartesi sabahı Trabzon’da olacak hanımlar, tek bildiğim o!

Yola çıkmadan önceki sabahlar genelde büyük bir heyecan ile erken saatte uyanıyorum. Saati çok geçirmeden yatayım. Bakalım yarın neler getirecek?


21 Haziran 2017 – Kastamonu
Bitmedi. Yol bitemedi.

Sabah tahminimizden biraz daha geç yola çıktık. İstanbul’un sabah trafiğinden kaça kaça E5 üzerinden devam ettik. Otobanda sıkılmayalım diyerek Sapanca’dan aşağıya çevirdik rotayı. Taraklı, Göynük, Mudurnu, derken Seben’in çıkışında kapalı yazan yola girip neden kapalı olduğunu gördük. Dev bir yol çalışması varmış. Kızık yaylasından geçip, kartalkaya’nın dağ yolundan Gerede’ye kadar dolana dolana gittik. Yağmur da yağdı bir ara, azıcık toprakta bile oynadık.

Lastikler beklentilerimi aşıyor. İlk defa bu kadar dişli bir lastik ile sürüyorum, dolayısıyla deneyimim oldukça az. Ama toprakta sağı solu bir başka oynayan motor bir anda daha dengeli ve derli toplu gider oldu. Bakalım, önümüzde daha yayla yolları var. Nasıl olacak… Bir de, Evgin’in motorunda belirli bir devirde bir zırlama sesi geliyor. Ama nedenini bulamadık.

Öyle çok mola verdik, öyle çok uzattık ki yolu, Kastamonu öğretmen evine vardığımızda saat 22 ye geliyordu. Yol boyunca öğretmen evlerinde kalmak güzel fikir bence. Hem çok pahallı değiller, hem de net bir standartları var. Lüks değil elbet, ama temiz yatak, sıcak su daha ne ister insan?

Eşyaları bırakıp, yemeğe indik hemen. Öğretmen evinin az aşağısında Karabiber Sucuk Kafe’de (evet adı bu) oturup Osmanlı Sucuğu (evet bunun da adı böyle) yedik. Oturup bir çay içelim diye biraz yürüdük, ama öyle yorgunuz ki, köşedeki parktan ileri gidemedik. Ramazan’ın son günleri, ancak sokaklar oldukça boş. Şehrin içinden geçerken de fark etmiştim, parklarda banklar parkın dışına bakıyor… Parkın çevresinde dönen yol üzerinde banklar var ve parkın ortasındaki yeşilliğe değil, yola bakıyorlar. Araba seyretmek için mi oturuyorlar acaba?

Saat 01:00 gibi, Kastamonu öğretmen evinde bahçede oturuyorum. Hava polar giyilecek kadar serin. Haziran sonunda değil miyiz yahu?


22 Haziran – Sinop
Sabah toplanmamız saat 9 u buldu. Çantaları çok dağıtmamıştım zaten. Motorun orjinal çantalarına uyan iç çantalar sadece Touratech’de var, onlarda çanta başına ufak bir servet istiyor. Globescout’un çantalarının da uyacağına karar vererek yola çıkmadan birkaç gün önce bu çantaları almıştım. İyi bir kararmış. Eşyaları taşımak için büyük kolaylık.

Havanın dün gece ile alakası bile yok. Kontağı açtığımda 28*C yazıyor. Üstümde yazlık mont var ama altımda 4 mevsimlik motor pantolonu, onun altında da diz altına kadar kocaman botlar. Evgin dünden beri sırt ağrısından yakınıyor, muhtemelen dün taş toprak çamur derken çok zorladık. Eşyaları toplarken Dinçer, Evgin’in motorundaki gidon yükseltmenin ters takıldığını fark etti, yükseltip geriye getirmek yerine ileri götürüyor. Söktük, düzelttik, topladık ve neden ters takıldığını anladık. Gaz telleri yetişmiyormuş 🙂 Mevzu-bahis motor XT660Za, daha önce kullandığımda gidon yükseltme için araştırma yaparken gaz tellerinin yetişmeyebileceği, bir çözüm olarak telleri ön amortisörlerin önünden değil, arkasından geçirerek kullanabileceğimizi okuduğumu hatırlıyorum. Gaz kolunu söküyoruz, telleri arkaya alıyoruz ve gaz olması gerektiği gibi çalışıyor. Umarım Evgin’in bel ağrısına çözüm olacak bu. Benim lastikte de dünden kalma bir taş buluyoruz, saplanmış. Onu da çıkartıyoruz. Patlamadı allahtan.

Teker döndüğünde saat 11’i geçiyor. Yola çıkmadan önce Karadenizin sahil hattını baştan sona sürmek istediğimi söylemiştim çocuklara, akıllarına yattı. İnebolu’dan sahile çıkarken küre dağlarını aşıyoruz. coğrafya derslerinde bize anlatıları görmek gerçekten bir başka. Eğitim sistemimizdeki en büyük yanlış bu belki de, gidip görsek hiç aklımızdan çıkmayacak.

Deniz kıyısına düşüp, doğuya doğru sürmeye başlıyoruz. Karadeniz otobanı buralara daha yeni yeni geliyor. Her yer yol çalışması, asfalt kötü durumda. Yer yer mıcır, bazen toprak, bazen yeni dökülmüş asfalt. Güzelkent-Ayancık arasını da köy yollarıdan geçip (ki tamamen toprak artık buralar) İnceburun’a kadar çıkıyoruz. Türkiye’nin en kuzey ucu. Geçen sene bu zamanlar Nordkapp’a doğru tırmanıyordum. Heyhat!

Oradan çıkıp Hamsilos Fyordu’na  (Google maps öyle diyor valla) uğruyoruz. Saat 20:00 gibi. Bir sigara içip şehire giriyoruz. Öğretmen evini haritada daha önce işaretlemiştik zaten. Önünde gelip duruyoruz. Kapı duvar. Kimse yok. Tam iftar vakti. Telefonları da açmıyorlar. Sağa sola bakınıp ne yapsak derken iki tane öğretmen evi olduğunu, daha doğrusu birinin apart otel olduğunu bizim de apart otelde olduğumuzu fark ettik. Şehire geri sürdük ve dev gibi tavanları olan tarihi öğretmen evinin otoparkına koyduk motorları. Odalara eşyaları bırakıp yemek için sahile iniyoruz. İftardan 1:30 saat sonra, iftar menüsü diye mantı yiyip dolandık biraz. Sahilde Sunay Akın’ın Mahya Sohbetleri diye bir konuşması vardı. Geç saate kadar onu izledik. Ardından ağır ağır öğretmen evine yürüdük.

Sinopta hiç trafik ışığı yok. Karadeniz şehri gibi de değil, ayvalık gibi, en çok oraya benzettim. İnsanlar mutlu, güler yüzlü. Bu kadar güzel bir şehrin göbeğinde bir kale var, bu kalenin içinde de bundan 20 yıl öncesine kadar mahkumların kaldığı bir hapishane. Tarihi Sinop Cezaevi. Yarın vaktimizi ayarlayabilirsek gitmek, görmek istiyorum. Nordkapp dönüşü Auschwitz’i gezeceğim diye çok inat etmiş, sonunda da gezmiş ve çok pis yamulmuştum. Bakalım bu nasıl olacak….


23 Haziran – Vakfıkebir
Sabah yine erken kalkarız diye heves edip saat 9’u buldu kalkıp kahvaltıya oturmamız. Dün gittiğimiz dağ yollarından olsa gerek, Dinçer’in arka lastiği patlamış. Tenere’in şambrelli lastikleri için kullanılabilecek en iyi köpük Terra-S, onu sıktık. Karbondioksit tüpleri ile de şişirdik. Evgin’in motorundan gelen sesin de mucizesini bulduk, karter koruma alttaki bağlantı yerlerinden çatlamış. Ona bakarken orta ayağın bağlantı somunlarından birinin de eksik olduğunu gördük. Üzerimizde bir şansızlık var ama hadi bakalım…

Dinçer’in lastiği hallettikten ve Evgin’i de kaynak ve somun bulması için sanayiiye yolladıktan sonra, Tarihi Sinop Cezaevine uğradık. Dev gibi kale duvarlarının içine inşa edilmiş, 4 ana bölümden oluşan oldukça ürkütücü bir cezaevi. (sanki cezaevinin ürkütücü olmayanı varmış gibi) Sabahattin Ali’in şiirinde bahsettiği, duvarları döven o deli dalgalar inanılmaz bir nem bırakıyor geride. Duvarlar, hücreler, koğuşlar her yer küf içinde. Daha 20 yıl önce mahkumların buralarda kaldığını düşününce insanın tüyleri ürperiyor. Bazı bölümleri kapalıydı, her yerini gezemedik, ancak gezdiğimiz kadarı bana fazlasıyla yetti. Disiplin hücrelerini gezerken aklımdan buraya giren canlı çıkamaz diye geçiriyordum.

Neyse, bu kadar karanlık turizm macerası yeter. Gidip görmek lazım. Ama insanoğlunun ne kadar kötü olabileceğini anlamak için bir kere görmek yeter sanırım.

Yolda Evgin ile buluşup, Vakfıkebir’e kadar sahil yolundan sürdük. Öğretmen evine vardığımızda saat 22:00’yi geçiyordu. Yerleştik, sahilden merkeze inip bir kıraathanede oturduk. Akşam yemeğini çay ve bisküvi eşliğinde yapıp, yarın hanımları almak için program yaptık. Erken saate Trabzon havalimanına inecekler. Saat 1’i geçerken odaya döndük. Hava sıcak ve yapış yapış.


24-25 Haziran – Trabzon
Vakfıkebirden çıkıp Trabzona gelmemiz saat 10’u buldu. Hanımlar çoktan gelip otele yerleşmişler. Eşyaları odaya çıkartıp bir kahve için aşağıya indiğimizde Dinçer’in arka tekerleğinin yine indiğini gördüm. Pompa bulup şişirdik ve sanayiiye  yolladık. Bayram arifesi lastiktikçi bulup, halledip gelmesi öğleden sonrayı buldu. 4 motor, 8 kişi hep birlikte şehre indik, biraz dolandık. Trabzon’da trabzonludan çok arap var. Her yer arap, her şey arapça. Turizmde yüzümüzü başka yerlere de dönebilsek keşke.

Günü bitirmeden Atatürk Köşküne uğradık. Ardından da Cephanelikte bir yemek yiyip otele döndük. Günlerdir geç saatlere kadar sürüyoruz. Yorulmuşuz.

25’i sabahı kalkıp Ayasofya manastırına kahvaltıya geldik. Motorlar sıcakta omlet olmasın diye kapalı otoparka bıraktık, çantaları kitlerken Harun’un anahtarı ortasından kırıldı. Yedek anahtar da yok. Skandal oldu biraz. Kahvaltıyı hızlı hızlı edip, hanımları şehri gezmeye yolladık. Biz de bayramın birinci günü açık olacak bir anahtarcı aradık. Kahvaltı ederken internetten bulduğumuz bir tanesi köyünden geldi, anahtarı ortasından bir iğne ile yapıştırarak birleştirdi (enteresan bir bilgi, japon yapıştırıcısı ve sigara külü ile sağlam bir yapıştırıcı yapmayı biliyordum, ancak karbonat kullandı adam. Hakikaten çok sağlam oluyor) Motor çalışıyor ama, uzun vadeli bir çözüm olmayacak gibi.

Bu işleri halledip Maçka’ya, Sümela manastırına gittik. Yukarı kadar motorlarla çıktık, ancak 2018’in 8. ayına kadar tadilattaymış. Uzaktan bakmakla yetindik. Oradan ana yoldan ayrılıp Hamsiköy’e geçtik. Sütlaç dedikleri kadar varmış 🙂 Hep gidip görmek istediğim Zigana geçidine tırmandık eski yoldan, aşağıda 28*C olan hava Zigana’nın tepesinde 11*C idi. Bulutların içinden 2.000+mt’ye tırmanmak ne heyecan verici! Arka yolundan inip tünelden geri döndük ve otele geri geldik. Yarın Çamlıhemşin’e geçiyoruz. Sırayla herkesin motoruna birşeyler oldu, sırada bizimki mi var?


26 Haziran – Pokut
Sabah Harun’ları anahtar olayına bir çözüm bulmaları için Trabzon merkeze uğurlayıp Çamlıhemşin’e doğru yola çıktık. Hava inanılmaz sıcak. 2-3 saatlik bir sürüş sonrası Hoşdere’de durduk. Karnımızı doyurduk, fırtına deresi üzerinde zipline yaptık (ne eğlenceli birşeymiş yahu!) Harunların daha da gecikeceğini öğrenince hava düşmeden Pokut’a tırmanmaya karar verdik. Malum, bu lastikleri bir denemek lazım 🙂

Çamlıhemşini geçtikten sonra birkaç kilometre ötede tabelası bile olmayan bir toprak yoldan yukarı çıkmaya başladık. Motor yüklü, eşim de arkada.. Yolda gördüğümüz her araç çıkamazsınız diyor bize. Yine de zorladık. Araçlarla karşı karşıya gelene kadar herşey iyi, ancak her hairpinde karşıma bir araç çıkıyor, durup kenara çekilip yol vermek zorlayıcı oluyor. Bu sırada debriyajda bir gariplik hissediyorum, çok yukarıda kavramaya başladı. Kavrama aralığı da çok kısaldı. Eski Jawaların debriyajı gibi oldu, hassasiyeti tamamen yitirdi. Isındı herhalde diye düşünerek ağır ağır yolun 1/3 üne kadar tırmandım. Bu sırada hanıma da sağlam dur, kıpırdama diyorum, o da tamam falan diyor ama, bir elinde telefonla fotoğraf çekiyormuş meğersem 🙂 Çocuklara göre çok yavaş kaldım çıkmakta, yolun (yol dediğim, daha önce araç geçmiş yer. o kadar) sağında durup beni beklemişler, yanlarına çektim. Motorun soğuması, benim de dinlenmem lazım. Kontağı kapatıp yere oturduğumda dizlerim titriyordu…

Dinçer, gidip yukarıya bir bakayım, dedikleri kadar var mı diye yukarı çıktı ve 15 dk sonra asık bir suratla geri döndü. Yağan yağmur yoldaki toprağı almış götürmüş. Hairpinlerin içine derin yarıklar açmış. Çıkarız ama inmek çile olur diyor.  Toprak konusunda deneyimli biri bile böyle diyorsa benim için zorlamanın hiç alemi yok. Burnumuzu aşağı çevirip inmeye başlıyoruz. Aşağı inerken hayat daha kolay, ABS’yi kapattım, Enduro modunda arka lastiği kaydıra kaydıra inmeye başladım. Toprak keyifli şeymiş aslında, bir de şu kafam kadar taşlar olmasa! Ama debriyaj halen çok yukarıda kavrıyor. Yokuş aşağı debriyajı neredeyse hiç ellemeden ağır ağır indim. Asfalta kavuştuk, sağda durdum. Motorları bir yere bırakıp Pokut’da kalacağımız yerden araç isteyeceğiz. Nereye park edeceğimize karar verip tekrar yürümeye çalışınca debriyaj pek kavramamaya başladı. Motor çok kolay devirleniyor, ancak o kadar yürümüyor. Bu pek hayra alamet değil…

Telefonun çektiği bir köşede durduk (çoğu yerde çekmiyor çünkü), otel ile konuştuk. Park edecek yer de bulduk (bir amcanın evinin bahçesi 🙂 ) ama bizimki hiç yürümemeye başladı. Debriyaj tamamen boşalmış gibi. Hiç hayra alamet değil. İte ite koca motoru bahçeye soktuk. Halen bir yanım yeterince soğumadı mı acaba diyor. Yine de bugün bir çözüm üretmek mümkün değil. Hele bir Pokut’a çıkıp gelelim, gün doğmadan neler doğar…

Yolda bize çıkamazsınız diyen Jip, şöförüyle geldi. Belinde altın kabzalı bir tabanca, kafada küba bayraklı bir kasket. Karikatür gibi bir adam. Ufak tefek birşeyler alıp Pokut Doğa Konukevi‘ne doğru tımanmaya başladık. Dinçerin geri döndüğü yeri görünce benim pilotajımın birkaç gömlek üstü olduğunu da görmüş oldum. Virajlardan kıvrıla kıvrıla, bulutların bile üzerine çıktık. Ağır ağır tırmanırken bir anda Jip stop etti. 4 erkek indik, biraz ittik. Jip burnunu aşağı çevirdi ve virajlarda kızlarla birlikte kayboldu. İnsan inceden bir kıllanıyor tabii. 5-10 dk sonra kızlar aradı gelin diye, aşağıya yürüdük, mazot bitmiş. Şöför, ufak bir bidon mazot çıkarttı koltukların altından bir küçük pet şişenin dibini keserek huni yaptı depoyu doldurdu, tekrardan iterek aşağı doğru vurdurduk jipi. Dönüp bizi aldı ve saatler sonra Pokut’a sonunda çıkabildik.

Pokut Doğa Konukevi taş/beton zemin üzerine kurulu ahşap bir bina. O yollardan inşaat malzemesini nasıl taşımışlar, ne uğraşmışlar diye düşündüm terasında otururken. Biz bile jip’in bagajında ayran gibi çalkalandık çıkarken.

İnanılmaz temiz bir havada akşam yemeğini yiyip başka yaylaların kıpraşan soluk ışıklarına bakarak günü bitirdik. Samanyolunu görmeyi, yıldızlara bakarak takımları bulmayı özlemişim. Ben yatmaya hazırlanırken aşağıdaki yaylalardan birinden kemençe ile birileri karadeniz türküleri söylüyordu. Vay canına, doğa ne güzel şey!


27 Haziran – Hayaller Amlakit, Gerçekler Trabzon
Havanın temizliğinden mi, yoksa dünün yorgunluğundan mı bilmiyorum ama ölü gibi uyumuşum. Erkenden kalktım, çok da dinç kalktım. Kahvaltıdan sonra hemen yan taraftaki yaylaya (Sal Yaylası) yürüdük, sütü veren ineği severken o sütten yapılmış sütlaçı yedik (ne çok süt dedim) iyi çay demlemenin inceliklerini dinledik. (ÇAYKUR Altınbaş, 1 yıl nemsiz ortamda dinlendirilecek, 15 dk demlenecek) Ama aklım motorda. Bugün pokuttan ayrılıp Çamlıhemşine geri döneceğiz, oradan da Amlakit yaylasına çıkacağız. Çıkabilirsek tabii.

Bizi aşağı indirecek pickupın gelmesi 14:00 ü buldu. Arkasına atladık, 1 saaten uzun sürede aşağıya indik. Motoru bıraktığımız dayının bahçesine daldım ve burnunu yukarı döndürdüm. Çalıştırdım, debriyajı bıraktım. Tık yok. Milim kıpırdamıyor. Gezinin başından beri çöldeki Bedevi misali başımıza gelmeyen kalmadı derken bir benimki sağlam kalmıştı, sıra sende olm falan diye söylerken çocuklar bunu bozarsam ağır bozarım, lastik mastik ile kalmaz konu diyordum. Bozabileceğim en ağır yeri bozdum. Bizim için gezi bitti…

Bayram’ın 3. günü, servisler kapalı, telefon da azıcık çekiyor. Kaskoyu aradım, çekici göndersinler diye. En yakın yetkili servis Trabzon’da. (Fotolardan belki fark etmişsinizdir, bizimkinin plaka TS. Haliyle trabzonu çok sevdi) Çekici geldi, yükledik, çocuklarla vedalaştık ve Trabzon’a ~200km geri döndük. Servisin iki ortağında biri olan Öner bey bizi karşılamaya geldi, motoru içeri bıraktık ve yarın sabah duruma bakmak için sözleşip ayrıldık. Servisin yakınlarında bulduğumuz otele geçtik. Saat 22 yi geçerken birşeyler yiyip uyuyup kalmışız.

Ne gündü…

Ertesi sabah otelden servise yürüdüm, servisin diğer ortağı olan Fahri bey (ki kendisi de motorcuymuş, pek güzel bir F800ü var) çok ilgilendi bizimle. Debriyaj balatasını yemişiz. Değişecek. Parça gelecek, Almanya’ya danışılacak falan derken önümüzdeki haftanın ortasını bulacak hazır olması. Stardust’ı Dinamikoto’ya emanet edip, önümüzdeki hafta dönmek üzere Trabzon’dan ayrılıyoruz. İstanbul’a dönüş nasıl olacak bakalım?

Yanımıza Aldıklarımız & Notlar
Çadır kullanmayacağımız için bu sefer malzemeler az oldu. Her geziye çıkarken yaptığım gibi 3 tane aldım herşeyden. Lazım olur belki diye geri kayışları almıştım, motoru çekiciye bağlarken işe yaradı. Kafa lambaları da yaylada şartmış. Yağmurluk doğru kararmış, Karadeniz’in havası dengesiz malum.

Garmin’in orijinal haritalarında yayla yolları yok. O yüzden openstreetmaps haritalarını yüklemiştim. İsometrik harita ile üst üste kullanınca hem virajları, hem de virajların eğimini okumak çok iyi oldu. Şiddetle öneririm.

İç çantalar çok mühim şeyler. Motoru servise bıraktıktan sonra uçak muçak dönerken kolaylık oldu. Çantalar olmasaydı çok sefillik olacakmış. Globescout’un iç çantaları GS’in orijinal aluminyum çantalarına neredeyse cuk oturuyor.

Maliyetler
Öğretmen evlerinde geceliği kişi başı 40-65 TL bandında fiyatlara kaldık. Trabzonda kaldığımız otele kişi kişi-gece başı 80 civarı, Pokut Doğa Konukevine ise 160 TL verdik. Yaylaya 8 kişi inip çıkmak için de jip’e toplam 300 verdik. Kişi başı gidiş dönüş 75 yani. Yayla olayı lüks işmiş. Yaylalarda kredi kartı da geçmiyor bu arada.

Yorumlar

En Sevilen Yazılar