17 Temmuz (Sibiu)
Sabah biraz daha sakinleyen Türkiye gündemi ile biraz ümitlenip erkenden yola çıktım. Ukraynayı yine es geçip, Macaristan üzerinden Romanya’ya geçen bir rota çizdim. Süper dandik bir kahvaltı ettikten sonra yola koyuldum.
Macaristan’da otobanları kullanmak için bir vignette almak gerekiyor. Bazı benzinciler satıyor. Kredi kartı slipi gibi bir kağıt, 5€ kadar ücreti. Otobanlardan devam ederek Romanya sınırına geldim. Ve sınırda herşey değişti.
1 saate yakın bekleyip geçebildim sınırdan. Nerede kalacaksın, ne yapıyorsun, nereden geliyorsun, evrak kontrolü, evrak kontrolü ve tekrar evrak kontrolü. Sanırım rüşvet istediler, ama ben anlamadım. Zaten sınır kapısının yanında dev gibi bir pankartta “gümrükte rüşveti durdurmak için polisi arayın” yazıyordu. Gümrük memurlarının yanında da polisler gezip duruyor.
Sınırdan geçerken en son Türkiye’de olan biteni sordular, bilmiyorum dedim. 15 Temmuz gecesinden beri her gören Türkiye’yi soruyor ve ben bilmiyorum.
Eve dönmem lazım.
Diye düşünerek sınırdan geçtim ve Oradea şehrine girerken önüme bir polis atladı. Bayaa, bildiğiniz arabasından çıkıp yola atladı. Radar.
Bizdeki gibi değil Romanya’da radarlar. Yol kenarında duruyorlar, radarın olduğu arabada bekliyorlar. Birisini enseleyince arabadan çıkıp durdurmaya çalışıyorlar. Pek verimsiz.
Neyse, 50 ile gidilecek yerde 62 yapıyormuşum. Sular seller gibi ingilizce konuşan memur 250 lei ceza yazdı. 48 saat içinde ödersem 125 lei oluyor. Yaklaşık 20€. Şimdi vereyim dedim, ters ters baktı, CEC bank’lara ödemem gerektiğini söyledi.
Pazar günü, nereden bulacağım açık CEC bank! Ülkeden çıkmadan da ödemem lazımmış. Ya sabır çekerek yola devam ettim. Akşam düşüneceğim artık CEC MEC. GPS’i şehir merkezlerinden geçmeyecek şekilde ayarladım. Ayarlamaz olaydım.
Romanya’nın köy yolları tam bir felaket. Asfalt yok gibi, her yerde yol çalışması, sadece yolu kazmışlar daha doğrusu. İki şeritli yollarda genelde tek şeritten veriyorlar trafiği. Ve malesef Romanyalılar çok kötü araba kullanıyor.
Taş toprak çamur derken saat 22:00 gibi bulduğum otele geldim. https://goo.gl/maps/yxNXnNtdWKL2 ye vardım varmasına ama, kapı duvar! Bir cep numarası var otelin önünde. Aradım. No English dedi kapattı adam. Kaldım öyle dışarıda. Ve, tahmin edin, tabii ki yağmur başladı! Tam sefalet. Ne yapsam diye düşünürken otelde kalan bir aile geldi kapıya doğru. Atladım hemen, ama bunlar da ingilizce bilmiyor. 8-9 yaşlarındaki oğulları okulda ingilizce görüyormuş. Öne utanmasını geçip, onun üzerinde derdimi anlatabildiğim kadar anlattım. Adam aradı aynı numarayı, konuştu. 15 dk sonra geliyor dedi. 45 dk sonra geldi otelin elemanı. 1 saat kadar check-in olabilmek için uğraştıktan sonra 15€ ile bir gece kaldım. Sadece nakit kabul ediyorlar, cebimde de 40€ kadar var. Para üstü de sabah yediğim cezanın biraz üstüne denk geliyor. Lei olarak aldım para üstünü. Odaya gidip GPS’i açtım.
Yarın akşam İstanbulda olsam diye bir fikir ile bir rota çıkarttım. Transfagaraşan’ı da geçen bir rota çizdim. Uykuya dalarken GPS kalan kilometre olarak 1.010 gösteriyordu…
Günün GPS İzi:http://www.wikiloc.com/wikiloc/view.do?id=14053347
18 Temmuz (İstanbul)
Sabah 6’da kalktım. Erzaklarımdan kalan son ekmeği ve peyniri de yedim. Yağmur altından Sibiu’dan çıktım. Transfagaraşan yoluna tırmanmaya başladım. Motorcuların haccı dedikleri kadar var. Sis ve yağmur altında Fagaraşan’ın tepesine vardığımda saat 8:30 du. Hep istediğim sticker’ı satan her yer kapalıydı dolayısıyla. Hava 6*C, yağmur deli gibi yağıyor. En tepedeki tüneli de geçip güney yüzüne inmeye başladım. Fagaraşan’ı bitirdiğimde saat 10’u geçiyordu. Bir yerde durdum. Kahve içip ısınmaya çalıştım. Hava 15*C oldu. Sonra 20*C. Sonunda biraz sıcak. Biraz yağmursuz sürüş.
Fagaraşan’ın güney inişideki Curtea de Argeş kasabası (köyü) içinde bir CEC bank var. Ceza işini halletmem lazım. Bankayı buldum, motoru park ettim ve üzerimdem halen sular damlarken içeri girip 2 bankodan birinin önüne geçtim.
Sıramatik falan hakgetire. 70’lerin devlet dairesi gibi bir banka. Önümde 5-6 kişi var, para çekiyorlar, yatırıyorlar. Ben de ceza kağıdını çıkarttım. 125 lei hazırladım. Sıra bana gelmeden 2 kişi kadar önce bankodaki kadın birşeyler söyledi, tabii ki ingilizce bilmiyor. Ben de ceza kağıdını gösterdim. Parayı gösterdim. No dedi kadın kısaca. Ya da ben bir tek onu anladım.
Nereye falan diye soruyorum, kadın da cevap veriyor ama, anlamıyorum. Önümde bekleyen adam işini halledince koluma dokundu. Eliyle beni takip et işareti yaptı.
Böbrekler Norveçte gitmedi, burada kesin gidecek.
Adamı takip etmeye başladım. Bankadan çıktık. Ara yollardan 10 dk kadar yürüdük ve belediye binası-polis karakolu gibi bir yere geldik. İçeriye girdik. Bizdeki devlet dairelerindeki danışma gibi bir masadaki adam yine birşeyler sordu. Ben yine anlamadım. Tek yapabildiğim ceza kağıdını ve parayı göstermek. Ödemek istediğimi anlarlar diye düşünüyorum. Adam soru sormaya devam etti ama birkaç dakika sonra anlamadığıma kanaat getirince eliyle direksiyon tutup kornaya basar gibi yapıp düt düt diye ses çıkarttı. Bayaa aynen böyle. düt düt. Ben de gidon tutar gibi yapıp (üzerimde motor kıyafetleri var bu arada) vrın vrın dedim adama. Uzun bir “Aaaa” dedi ve yanımdaki adama birşeyler söyledi. Beraber 2 alt kata indik.
Böbrekler kesin gidiyor.
Alt katta ufak bir odaya soktu adam beni. Sırtıma vurdu ve el sallayıp gitti. Odada 10 kişi kadar var. Hepsinin elinde ehliyet var. Dedim tamam, en azından trafik ile ilgili bir yerdeyim. Beklemeye başladım. Sıranın kendisine gelmesine 1 kişi kalmış bir adam bana seslendi. Birşeyler sordu. Arkadaşım anlamıyorum ben romence niye kasıyorsunuz? Neyse yine birkaç dakika sonra pes edip kendini gösterek Romani dedi, beni gösterdi ve ellerini yana açtı. Turkish dedim. Hepsinin suratı çarpıldı. Hep bir ağızdan konuşmaya başladılar. Erdoğan falan diyorlar, onu anlıyorum bir tek. Bir tanesi eliyle uçak yapıp vıjjj diye sesler çıkartıyor. Taş devri gibi. Yarabbim, ben neredeyim, nelerle uğraşıyorum!
Adam kolumdan tuttu ve sırada önüne koydu beni. Bankodaki kadına evraklarımı verdim, parayı verdim ve beklemeye başladım. 3 dk, 5 dk, 10 dk. Kadın ara ara birşeyler soruyor, suratıma bakıyor ve Türki diyor. Yes diyorum, işine devam ediyor. Bitecek elbet bu çile. Montumdan sular damlıyor, terlemeye başladım ama kadın bıkmıyor, usanmıyor, birşeyler yapıp duruyor. Sonunda durup durup birşeyler birşeyler numero dedi. Pasaport olabilir ama bu kadına da pasaportu verirsem ben nah girerim Türkiye’ye. Kimliğimi verdim. Kadın kimliğime de bir 10 dakika kadar baktıktan ve anlamadığım bir araba laf ettikten sonra Bornova dedi.
Bornova.
Anlamadım ilk başta. Tekrarlayınca yes yes Bornova dedim. Kimlikte doğum yerim Bornova yazıyor. Kadın birkaç kez daha bornova dedikten sonra birşeyler daha yazdı, bir ödendi belgesi verdi. Teşekkür ettim ve koşar adım motora döndüm. Eve döndüğümde evraklara baktım, meğer kadın adresimi soruyormuş. Bornova’nın bir yer olduğunu nasıl anladıysa artık…
Motora atladım ve yine oldukça kötü durumda yollardan geçip Bulgaristan sınırına geldim. Rusçuk’a girişteki köprüden geçip sınırı geçtim. Bulgaristanı da hızlı, belki de gereğinden hızlı geçip Saat 6:30 gibi Türkiye sınırına geldim.
Sınır cehennem gibi kalabalık! Sıraya geçtim. Gümrük memurlarının kabalığı mı dersiniz, uzun beklemeler mi dersiniz. Memlekete döndüğünü daha iyi anlıyor insan. İlk defa sınırda çantalarımı aradılar. 2 saat sürdü sınırı geçmem.
Güneş batarken Edirne’den yola çıktım tekrardan ve 23:30 civarı trafik, yurdum şöförleri ve bolca polis kontrolü ile istanbula, evime vardım.
Günün GPS İzi: http://www.wikiloc.com/wikiloc/view.do?id=14053358
6 hafta, 14.000 kilometre sonrasında yola çıktığım yere, otoparka park ettim motoru. 1.000+ KM yaparak kendimce iron butt olmuştum.
Eşim ve kuzenim eşyaları eve taşımama yardım etti. Onca yol, onca anı ile motor pantolonunu bile çıkartmadan balkona oturdum. Yola çıkmadan önceki gece yaptığım gibi yıldızlara baktım. Ve kendime başardım dedim.
En büyük hayallerimden birini başardım ve onbinlerce kilometreye izimi bıraktım.
Gittim ve kuzeyi, Nordkapp’ı fethettim.
6 Eylül 2016, İstanbul.